Oldukça uzun bir film izledim, 160 dakikadan fazlaydı ve her anı dikkat istiyordu. İlk defa bir filmi izlerken yorulduğumu hissettim. Bahsettiğim fim, Theo Angelapoulos’un ‘Üçleme’sinin ilk filmi, Ağlayan Çayır. Bolşevik İhtilali’nin hızla yayılmasının ardından Odessa’dan Batı Trakya’ya sürülen Yunanlılar’la film başlıyor. Sürgün yerinin Yunanistan’ın iç kısımları değil de Batı Trakya olması, birinci dünya savaşının ardından ulus devletlerin, nüfus dağılımındaki etnik ağırlığa verdikleri öneme dikkat çekiyor olmalı. Batı Trakya henüz Yunan olmuştu ve Türk nüfusun ağırlığı hala sürmekteydi orada. Odessa’dan gelenler burada, göl kenarına yerleşiyor, köy kuruyor, yıllarca burayı vatanları olarak benimseyemeden yaşıyorlar ve sonunda, göç ediyorlar, gölün suları altında kalan köylerinden.
Filmin asıl konusu, Yunanlılar’ın hayatı ya da bir ailenin sıkıntıları değil. Puşkin caddesinde annesinin cansız bedeninin yanında ağlayan Eleni’nin, sürgün edilen Yunan ailelerinin biri tarafından evlat edinip, Selanik’e getirilmesiyle başlayan yaşamı. Annesiz ve 3 yaşındayken göçle başlayan bir hayat…
Birkaç dakikanın ardından, Eleni büyümüş ve ikiz çocuklarını evlat vermiş küçük bir anne olarak karşımıza çıkıyor. Bu sırada Yunan ailenin çocuğuyla yeşeren aşk ise filmin temelini atıyor fakat babalığının Eleni’yi istemesi, genç kızın oradan uzaklaşmasına neden oluyor ve iki genç, köyden kaçarak Selanik’e geliyorlar, yeni bir hayat kurabilme düşüncesiyle. Mübadele sonrası İzmir’den Selanik’e gelmek zorunda kalan müzisyen Nico ise onlara yardım edecek ve film boyunca iki genç aşığın dostu olacaktır. Nico’nun sık sık İzmir’i anması, kişinin hayatında milli vatanın değil anavatanının daha güçlü olduğunu anlatıyor.
Selanik’te hayatın zorluklarıyla boğuşurken zamanla siyasi mücadelelerin içinde buluyorlar kendilerini. Bu arada, jandarmadan gizli düzenlenen bir partide, sürekli onları arayan babalarıyla karşılaşıyorlar. Yaşlı baba, oğlundan bir parçayı çalmasını isteyerek, Eleni’yle kısa bir dans ediyor. Ve dans sonrası ölüyor…
Angelapoulos, müziğe önemli bir yer vermiş filmde. Buzuki, darbuka, keman, akordion ile müzik ziyafeti veriyor. Film boyunca, siyasi tarih de bizi bırakmıyor. Birinci dünya savaşının acı sonucuyla başlayan film, Yunan iç savaşı ve işgalin ardından ikinci dünya savaşına kadar uzanıyor. İç savaşta Eleni’nin ikiz çocuklarından biri gerilla olarak karşımıza çıkıyor, diğeriyse asker olarak… Artık iki düşmanlar. Fakat, konu Eleni olunca yani anne, hala iki kardeşler… Ayrıca film sonuna kadar göl kenarında asılı kalan beyaz çarşaflar ve sık sık geçen kara tren, bazen Eleni’nin umudunu bazense acılarını anlatıyor. Aynı zamanda dünyayı da… Beyaz çarşaflar, Nico’nun ölüm sahnesindeyse kana bulanıyor…
Annesinin cansız bedeni üzerinde ağlarken bulunan Eleni, Üçleme’nin ilk filmi Ağlayan Çınar’ın sonundaysa oğlunun cansız bedeninin üzerinde ağlıyordu…
FATİH